Acil Durum
Bilim bu konuda çok net: Eşi görülmemiş bir küresel acil durumla karşı karşıya olduğumuz anlaşıldı. Kendi yarattığımız bir ölüm kalım durumunun içindeyiz. Şimdi harekete geçmeliyiz.
“Gezegene dair bir acil durum içindeyiz.”
Prof. James Hansen, NASA Goddard Uzay Bilimleri Enstitüsü Eski Müdürü
“Ciddi bilimsel analizlere göre, iklim acil durumu halindeyiz, ancak insanlar bunun farkında değil.”
Prof. Schellnhuber, Potsdam İklim Etkileme Araştırma Enstitüsü Kurucusu
“İklim değişikliği sağlıkla ilgili bir acil durumdur… Dolayısıyla acilen çözüm bulunmalıdır… ”
“Bu bir acil durumdur ve acil durumlarda aciliyete göre eyleme geçilmelidir.”
İNSAN ETKİNLİKLERİ DÜNYA’DAKİ YAŞAMA TELAFİ EDİLEMEZ ZARARLAR VERİYOR
Bu yüzyılın sonunda birçok yaşam formu yok olacak. Bugün Dünya tarihindeki 6. Kitlesel Yokoluşa neden oluyoruz.
Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, ektiğimiz toprak, yediğimiz gıdalar, ve bizim psikolojik sağlığımızı besleyen doğanın güzelliğiyle çeşitliliği, kısacası sağlığımız, siyasi ve ekonomik sistemlerimizin temelindeki insani değerler ve tüketim odaklı yaşam tarzımız tarafından bozuluyor, zarar görüyor.
İklimin bozulması ve ekolojinin alt üst olmasının günümüzde yaşadığımız sonuçları ileride başımıza geleceklere kıyasla bir hiç. Eğer iklim ve ekoloji acil durumuyla zamanında ele alınmazsa toplumlara ve doğaya feci etkileri kontrolden çıkabilir
• Biyoçeşitlilik kaybı
• Deniz sularının yükselmesi
• Çölleşme
• Yangınlar
• Su kıtlığı
• Aşırı hava olayları
DENGELERİ ALT ÜST EDEN BU OLAYLARIN BİRBİRLERİNE BAĞLI ETKİLERİ
- Yerinden yurdundan olan milyonlarca insan
- Hastalıklar
- Artan savaş ve çatışma ortamlarının oluşma riski
- İnsan haklarına etkileri
“Dünya, insan haklarına karşı bu ölçekte bir tehdit hiçbir zaman görmemişti… Tüm ulusların ekonomileri, her devletin kurumsal, politik, toplumsal ve kültürel yapısı, tüm halkların ve gelecek nesillerin hakları etkilenecek. ” – BM İnsan Hakları Şefi, Michelle Bachelet
Hala yapabiliyorken harekete geçmeliyiz. Adım adım hareket etmek için zaman lüksümüz yok artık. Fakat liderlerimiz bizim adımıza hareket etmekte başarısızlar.
Bir taraftan salımları azaltırken, karbon emilimini geliştirmeye, aşağı çekmeye ve orada bloke etmeye acilen başlamamız gerekiyor. Başka türlerin yok oluşlarına neden olan doğal dünyaya verdiğimiz zararı durdurmalıyız.
İklim değişikliği nedenlerinin zamanında üzerine eğilmezsek, dünyadaki tüm topluluklar eş zamanlı olarak insanlık için genel bir tehdit oluşturan ve gittikçe yoğunlaşan birçok iklim tehlikesiyle kesinlikle karşı karşıya kalacaklar.
Önümüzdeki görev göz korkutuyor ancak daha önce büyük değişiklikler olmuştu.
Haydi, daha iyi bir dünya için bir şeyler yapalım.
TEKRAR, TEKRAR VE TEKRAR UYARILDIK…
1992
1992’de, Nobel ödüllü bilim insanlarının çoğunluğu da dahil olmak üzere Endişeli Bilim İnsanları Birliği (Union of Concerned Scientists) insanlığı çevresel yıkımı azaltmaya çağıran Dünya Bilim İnsanlarının İnsanlığa Uyarısı (World Scientists’ Warning to Humanity)” başlıklı bildiriyi kaleme aldı. Raporda ayrıca “insanlık adına çok acı durumların yaşanmaması için Dünya’nın ve Dünya üzerindeki yaşamın korunmasıyla ilgili ciddi bir değişiklik yapılması gerektiği” uyarısında bulundular.
1992 bildirisinin yazarları, insanlığın, Dünya’nın ekosistemlerini, yaşam ağını destekleyen kapasitelerinin ötesine ittiği endişesini taşıyorlardı. Ayrıca, biyosferin, çok ciddi ve geri döndürülemez bir zarara maruz kalmadan kaldırabileceği sınırların çoğuna büyük bir hızla yaklaştığımızı da vurguladılar. Sera gazı (GHG) salımlarının, aşamalı olarak fosil yakıt kullanımının ve ormansızlaştırmanın azaltılması; biyolojik çeşitliliğin çöküş eğiliminin tersine çevrilmesi gerektiğini ısrarla belirttiler.
2017
2017 yılında 15.000’den fazla bilim insanı, insanlığa ikinci bir uyarı yaptı “Geniş çapta bir sefaleti ve ciddi oranda bir biyoçeşitlilik kaybını önlemek için, insanlar her türlü faaliyet alanlarında her zamankinden farklı olarak daha çevreci ve sürdürülebilir bir alternatif uygulamak zorundalar.
Bu uyarı, 25 yıl önce dünyanın önde gelen bilim insanları tarafından açıkça ifade edilmişti, ancak bizler birçok açıdan bu uyarılara aldırmadık. Yakında gittiğimiz bu yanlış yolda yönümüzü değiştirmek için çok geç olacak ve zaman azalmaya devam ediyor. Günlük yaşamlarımızda ve iş hayatımızda ve yönetici kurumlarımızda içindeki bütün yaşam biçimleriyle Dünya’nın tek evimiz olduğunu kabul etmeliyiz”.
2019
2019’da 11 binden fazla bilim insanı, “Dünya Bilim İnsanlarının İklim Acil Uyarısı”nı güçlendiren açıklamalar yaptı “bilim insanlarının insanlığı herhangi bir ciddi varoluşsal tehdite karşı uyarmak gibi ahlaki yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğe ve aşağıda sunulan verilere dayanarak, Dünya gezegeninde iklim acil durumunun gerektiğini açık ve kesin olarak beyan edilmiştir”.
SON UYARI
Bu son uyarımız. Şimdi harekete geçmeliyiz.
“Doğrudan varoluşsal bir tehditle karşı karşıyayız… Kaderimiz bizim elimizde” – António Guterres (BM Genel Sekreteri).
2020’ye kadar gittiğimiz bu yolu değiştirmezsek, kontrol edilemeyen iklim ve ekoloji çöküşüne engel olabileceğimiz noktayı kaçıracağız; ve bu durum insanlar ve dünyadaki tüm yaşam için korkunç sonuçlar doğuracak.
DOĞA KAYBI
Her dört türden biri yok olma riski altında
Biyolojik çeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu tarafından 2019 yılında hazırlanan rapor, biyolojik çeşitlilik krizinin iklim değişikliğinin yarattığı tehditle aynı düzeyde olduğunu gösteriyor. Biyolojik çeşitlilik kaybının doğrudan en temel nedeni, habitat değişikliği, doğrudan sömürü (ör. balıkçılık, avcılık ve tomrukçuluk istilacı yabancı türler, kirlilik ve iklim değişikliğidir.
Son yıllarda vahşi yaşamın “biyolojik yokediliş”i, Dünya tarihinin Altıncı Kitlesel Yokoluşu’na doğru gidebileceğimiz anlamına geliyor. Küresel olarak türler, dünyanın geçmişinde görülen tipik alt yapı oranlarının gösterdiğinden 1000 kat daha yüksek oranda yok olmaya devam ediyor. Hayvan nüfusu karada ve okyanuslarda azalıyor ve yok oluyor. Örneğin Türkiye’de WWF’nin verilerine göre 10.000’den fazla bitki türü 170’den fazla memeli, 470 kuş, 480 deniz balığı, 350 kelebek, 106 sürüngen ve 80.000’den fazla omurgasız tür yaşıyor. Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) 2018 yılı kırmızı listesine göre 401 tür tehdit altında. bunlardan biri de Akdeniz Havzasındaki deniz kaplumbağaları. İyi planlanmamış yapılaşma, sanayileşme, denizlerdeki plastik atıklar, sanayileşme deniz kaplumbağalarının yaşam alanına yönelik başlıca tehditleri oluşturuyor.
Küresel olarak, en son hazırlanan Yaşayan Gezegen Endeksi, 1970-2014 yılları arasında dünya çapında binlerce omurgalı tür nüfusunda ortalama % 60’lık bir düşüş olduğunu tahmin ediyor; hatta tatlı su türleri nüfusunda daha da hızlı düşüşler olduğunu belirtiyor.
Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından incelenen yaklaşık 100.000 türün çeyreğinden fazlası yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır; tüm amfibilerin % 40’ı, tüm memelilerin % 25’i, tüm kozalaklı hayvanların % 34’ü, tüm kuşların % 14’ü, mercan resiflerinin % 33’ü, köpekbalıkları ve vatozların % 31’i. Biyolojik çeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu (IPBES), insan faaliyetleri yüzünden bir milyon hayvan ve bitki türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor.
Mercan resifleri ısı stresi nedeniyle kitlesel ölüme maruz kalıyorlar. 2016 ve 2017 yıllarında Avustralya’da Büyük Bariyer Resifi’nde (Great Barrier Reef) peş peşe gerçekleşen ölümlerle beraber bu olaylar çok daha yaygın bir hale geliyor. Tahminler, ısının sanayileşme öncesi döneme göre sadece 2°C daha artması, sıcak hava dalgalarının yıllık bazda meydana geleceği ve mercan resiflerinin tam anlamıyla neslinin tükeneceği yönünde. 2018 Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) özel raporuna göre, tüm mercan resiflerinin % 70 ila %90’ının sanayi öncesi seviyelerin sadece 1,5°C ısınmasıyla ve uluslararası müzakerelerde “güvenli ısınma seviyesi” olarak bahsi geçen 2 °C’de % 99’undan fazlasının öleceği tahmin ediliyor. Bu, yüz binlerce insanı fırtınalardan koruyan ve insanlara yiyecek sağlayan gezegendeki en önemli ve çeşitli ekosistemlerin bazılarının tamamen yok olmaya yakın olduğu anlamına geliyor.
“Bundan 20 yıl sonra, her yaz mercanlar için çok daha sıcak olacak: 2040-2050’ye kadar tropik resif sistemlerin baskın üyeleri olan mercan resifleri yok olacak. Başka türlüsünü ileri sürmek imkansız.” – Prof. Ove Hoegh-Guldberg, Queensland Üniversitesi Küresel Değişim Enstitüsü Müdürü.
BÖCEK ÖLÜMLERİ
Habitat kaybı, kimyasal tarım maddeleri, istilacı türler ve iklim değişikliğini kapsayan çeşitli baskılar yüzünden birçok böcek türünün yaşamlarının tehlike altında olduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Büyük Britanya’da, polen taşıyıcı türler çoğaldıklarının üç katı kadar azalıyor. Ayrıca neonikotinoid pestisit kullanımı bazı arı türlerinin neslinin tükenmesine neden oluyor.
Almanya genelinde bir takım doğa koruma alanlarında 27 yıldır yapılan nüfus izleme çalışması, uçan böcek biyokütlesinde % 76 oranında ciddi bir düşüş olduğunu ortaya çıkardı.
Hollandalı bilim insanları tarafından yapılan yeni bir araştırma, kelebek sayılarının son 130 yılda ortalama % 80’in üzerinde düştüğünü görterdi. Yazarlar, “endüstriyel tarımın doğaya neredeyse hiç bir yer bırakmadığı” sonucuna vardı.
Böcek ve omurgasız nüfusunun azalması sadece Avrupa ile sınırlı değildir; bu, dünya çapında bir sorundur. Yürütülen en kapsamlı çalışmaların değerlendirmesinde, küresel omurgasız bolluk göstergesi kullanıldı ve son kırk yılda % 45’lik bir düşüş olacağı öngörüldü.
Birçok kuş böceklerle beslenir; bu nedenle böcek türlerindeki düşüşler, bahçelerde ve kırsal alanlarda bulunabilecek kuş nüfusunda ciddi bir azalmaya yol açıyor. Ancak böceklere bağlı olan sadece kuşlar değil. Böcekler, ekinlerin çoğuna polen taşır, yetiştikleri toprağın daha verimli hale gelmesine yardımcı olur ve mahsul zararlılarının ve insanlarda ve hayvanlarda hastalığa neden olan zararlı böcek ve organizmaların yayılmasını kontrol eder. Yani böcekler tehlikede ise, biz de tehlikedeyiz.
“Bu hepimizin önem vermesi gereken bir konu; çünkü tüm besin ağlarının kalbinde bulunan böcekler, bitki türlerinin büyük bir kısmına polen taşır, toprağı sağlıklı tutar, besinleri geri dönüştürür, zararlıları kontrol altında tutar, ve çok daha fazlasını yapar. Onları sevin ya da tiksinin, biz insanlar böceksiz, hayatta kalamayız.”, Prof. Dave Goulson, Sussex Üniversitesi.
HAVA
KÜRESEL ISITMA: SERA GAZLARI
“Sanayi Devrimi’nin başlangıcından bu yana tüm endüstriyel karbondiyoksit salımlarının yarısından fazlası 1988’den itibaren açığa çıkmıştır.” – Dr. Peter C. Frumhoff, Bilim ve politika direktörü, Union of Concerned Scientists (Endişeli Bilim İnsanları Birliği)
Fosil yakıtlar ve toprak kullanımı değişikliği yüzünden meydana gelen, otuz yılı aşkın bir süredir devam eden iklim müzakerelerine rağmen herhangi bir yavaşlama belirtisi göstermeyen yıllık karbon (CO2) salımları küresel artışı.
Karbondioksit (CO2) yoğunluğu Mayıs 2020 ortalamasına göre milyonda 418 parça (418 ppm) ile rekor seyiyede (sanayi öncesi seviyelere göre %45’in üzerinde bir artış). En azından son 3 milyon yılın (yani modern insanların bu gezegende evrimleşmesinden önce) en yüksek karbondioksit yoğunluğu. Sıcaklığın dengelenmesi için salımların net sıfıra ulaşması gerekiyor. Nitekim ısıl durgunluk nedeniyle karbon (CO2) salımları durduktan sonra bile yaklaşık 10 yıl boyunca küresel ısınma yavaş yavaş devam edecek! Ne kadar geciktirirsek, sıcaklığı güvenli bir seviyede sabitlemek o kadar zorlaşacak. Ne yazık ki yıllardır harekete geçmeyerek zaten geciktiğimiz için, ancak çok acil önlem alırsak hedeflerimize ulaşabileceğimiz bir kriz noktasındayız.
Grafik 2/3’lük bir ihtimalle (%66) kabul edilen 1.5°C’lik küresel ısınma hedefinin altında kalmak için uygun bütçeyi gösteriyor.. Salımları azaltmadığımız sürece gelecekte daha da ciddi kesintilere ihtiyaç duyulacağını görüyorsunuz.Yaşanan gecikme sebebiyle, bu hedef içinde kalmaya devam etmek istiyorsak salımları hızlı bir şekilde azaltmaktan başka bir alternatif yok.
Karbondioksit bilim insanlarının endişe duyduğu tek sera gazı değil; metan, azot oksit, ozon ve kloroflorokarbonlar (CFC) da ısınmaya önemli ölçüde neden oluyor. Özellikle metan, karbondiyoksitten (CO2) sonra küresel ısınmaya en fazla neden olan ikinci madde. Yayılan her ton, 20 yıllık bir sürede karbondiyoksitten (CO2) yaklaşık 28 kat daha fazla ısınmaya neden olabilir, ancak 100 yıllık bir süreçteki birikimi 84 kat daha fazladır! Petrol ve gaz endüstrisi, atık sektörü ve tarım atmosferimizdeki metan miktarına önemli ölçüde etkili.
Sonuç olarak, insan faaliyetleri 19. yüzyılın sonlarından itibaren gezegenin ortalama yüzey sıcaklığının yaklaşık 1.1°C artmasına neden oldu. Isınmanın büyük bir kısmı son 35 yıl içinde gerçekleşti.
Küresel sıcaklıklar arttıkça sıcak hava dalgaları gibi aşırı hava olaylarında da bir artış görüyoruz. Örneğin, İngiltere Met Office bilimcileri, 2003 yazında Avrupa’yı vuran (bugün 70.000 kişinin bu sebeple öldüğü düşünülüyor) sıcak hava dalgalarını incelemişler ve şöyle bir sonuca varmışlar: “Bu çok olası… İnsan etkisi, alt sınırı aşan bu sıcak hava dalgalarının riskini en az ikiye katlar”. Fransa’da 1500 kişinin ölümüne neden olan, Avrupa’da sıcaklık rekorun kırıldığı 2019 yazının insan kaynaklı iklim değişikliği sebebiyle en az beş kat daha muhtemel hale geldiği tahmin ediliyor. Fosil yakıtları yakmaya devam edersek, bu tip aşırı sıcak hava dalgaları 2040 yılına kadar Avrupa için ortalama bir yaz haline gelecek ve neredeyse tüm yazlar 2060’a kadar daha da sıcak olacak! Bu grafikte gösterildiği gibi:
Dünya genelinde yapılan hesaplamalar, rekor kıran aşırı sıcaklıkların insan kaynaklı ısınma nedeniyle çok daha olası hale geldiğini gösteriyor (örneğin 2010 Suriye; 2013 Kore; 2014 Kaliforniya; 2018 İngiltere). Bu değişiklikler bilinmeyene doğru atılan büyük bir adım. 2050 yılına kadar, nispeten iyimser bir salım senaryosunda bile, büyük şehirlerin %22’sinin ikliminin şu anda var olan hiçbir şehirde görülmeyen bir sıcaklık noktasına varacağı ön görülüyor.
2018 tarihli bir araştırma, ölümcül ısı dalgalarının dünyanın en kalabalık bölgelerinden birinin yaşanabilirliğini nasıl sınırlayabildiğini gösteriyor. Fosil yakıt kullanımının devam etmesi durumunda “Çinli çiftçilerin dışarıda çalışırken neleri tolere edebileceğini tanımlayan eşiği” aşan aşırı sıcaklıklara yol açacağı sonucuna varmış.
Sonuç olarak iklim değişikliğinin halihazırda çok ciddi etkileri var ve bu durum, aşırı hava olaylarını tüm dünyada daha da olası hale getiriyor.
Dünya Meteoroloji Örgütü verileri, dünya çapında yaşanan afetlerin sayısında çarpıcı bir artış olduğunu gösteriyor.
TÜRKİYE’NİN DURUMU
Türkiye, 1992 yılında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni (UNFCCC) imzaladı ve Çerçeve Sözleşme’nin hem gelişmekte olan ülkelerden oluşan Ek I belgesinde hem de gelişmiş OECD ülkelerini kapsayan Ek II belgesinde listelendi. Fakat 2000li yılların başına kadar, gelişmekte olan ülkelere yardım yapması öngörülen Ek II ülkeleri listesinden de Ek I ülkeleri listesinden de çıkmak istediği için Çerçeve Sözleşmeyi mecliste onaylamadı. (Türkeş, 2017)
2001 yılında düzenlenen BM İklim Konferansı’nda Türkiye Ek 2 listesinden çıkarıldı ve Ek 1 ülkeleri arasındaki özel durumu kabul gördü. AB üyeliğine ilişkin hedeflerinin göstergesi olarak, 2004’te UNFCCC’yi , 2009 yılında Kyoto Protokolü’nü meclisten geçirdi (Şahin, 2014). 2015 yılında Paris’te düzenlenen BM İklim Konferansında (COP 21) ülkelerin kendi azaltım taahhütlerini belirlemesi anlayışı kabul gördü. Bu süreçte çerçeve sözleşmenin Ek I ve Ek II listelerinin çerçevesini aşan yeni gruplar ve devlet dışı aktörler ortaya çıktı. Fakat Türkiye özel şartlarını öne sürerek farklı devlet ve devlet dışı aktörlerin arasında yalnızlığını sürdürdü. (Mazlum, 2017). Türkiye, Paris Anlaşması’nı imzalamasına rağmen meclisten geçirmeyen az sayıda ülkeden biri. 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında % 21 artıştan azaltım ise ülkenin o tarihte salması öngörülen emisyon mikatarının çok üstünde ve ısınmayı 1,5 derecenin üstüne çıkarmama hedeflerini karşılamak için son derece yetersiz olarak görülüyor.
Grafik:Climate Action Tracker’dan alınmıştır
Türkiye 2019 yılı Küresel Karbon Bütçesi raporuna göre en çok sera gazı salımı yapan 20 ülke arasında girdi. Rapora göre ilk sıralarda olan Çin ve ABD salımlarını düşürmüşken Türkiye 15. sıraya yerleşti. (Bianet, 5 Aralık 2019)
HAVA KİRLİLİĞİ
Kirliliğin her şekli, 2015 yılında gerçekleşen tahmini 9 milyon erken ölümden sorumludur – bu da dünyadaki tüm ölümlerin %16’sı demektir. Bu yüzden kirlilik, hastalık ve erken ölüme yol açan dünyanın en büyük çevresel nedenidir.
Bunların açık ara büyük bir oranı hava kirliliğindendir. Dünyada, her 10 kişiden 9’u kirli hava soluyor, çevredeki hava kirliliği 4,2 milyon ölümden; buna ek olarak evsel hava kirliliği de 2,8 milyon ölümden sorumludur. Bu ölümlerin çoğu alt-orta gelirli ülkelerde meydana gelir. Fırın yakmak için kullanılan işe yaramayan katı yakıt yerine elektrik; gazyağı lambaları yerine güneş enerjili ışıklar gibi modern teknolojiler ve temiz yakıtlar kullanarak bu ölümler büyük ölçüde önlenebilir.
Bu ölümlerin büyük bir kısmı, kirli hava içerisinde bulunan, akciğerlerin derinlerine nüfuz edebilen küçük parçacıklara maruz kalmaktan kaynaklanır. Küçük çocuklar, astım gibi önceden var olan sağlık sorunları olanlar ve yaşlı insanlar bu konuda özellikle savunmasızdır. Havayı kirleten maddelere maruz kalmak pek çok hastalığın doğrudan nedenidir: Akciğer kanseri ve solunum yolu enfeksiyonlarından felçe; demans ve hatta diyabete kadar.
SU
KURAKLIK VE KITLIK
Su çekilmesi, yirminci yüzyılda nüfus artışının neredeyse iki katına çıktı.
İklim değişikliği nedeniyle küresel su döngüsü yoğunlaşıyor. 2018’den bir BM raporu, şu anda tahmini 3.6 milyar insanın (küresel nüfusun neredeyse yarısı) yılda en az bir ay su kıtlığı çekme potansiyeli olan bölgelerde yaşadıklarını vurguluyor.
Küresel sıcaklık artışını 1,5 ° C ile sınırlasak bile, yükselen sıcaklıklar yüzyılın sonunda Himalaya buzullarının en az üçte birini eritecektir. Hem And Dağları hem de Himalayalardaki eriyen buzullar, akıntı yönünde yaşayan yüz milyonlarca insanın su kaynaklarını tehdit ediyor.
2018’de Cape Town’da şiddetli bir kuraklık, ciddi su kısıtlamalarının yapılmasına neden oldu. Şehir, ‘Day Zero’ olarak adlandırılan su kaynağını kapattıktan birkaç gün sonra kendine geldi. İklim bilimciler, iklim değişikliğinin, halihazırda sert yaşanan bir kuraklığın 300 yılda bir yaşanan bir olaydan 100 yılda bir yaşanan bir olaya dönmesine sebep olduğunu hesapladılar. Küresel sıcaklık artışı 2 ° C’ye vardığında bu ciddi kuraklık yaklaşık her 33 yılda bir yaşanacak.
DENİZ SEVİYESİNİN YÜKSELMESİ
Deniz seviyesi son yıllarda daha hızlı yükseliyor. Deniz seviyesinin yükselmesine öncelikle küresel ısınma ile ilgili iki faktör neden olmaktadır: eriyen buz tabakalarından ve buzullardan eklenen su; ve deniz suyunun ısındıkça genişlemesi. Deniz seviyesinin yükselmesi, küresel olarak, düşük rakımlı arazilerin, adaların ve kıyı kentlerinin su altında kalmasına neden olacaktır.
Deniz seviyeleri önümüzdeki 15 ila 30 yıl içinde yükseldikçe, gelgit selinin daha sık meydana gelmesi bekleniyor, bu da kıyı topluluklarında ciddi bozulmaya neden oluyor ve hatta bazı alanları tipik bir ev ipoteğinin zaman çerçevesi içinde kullanılamaz hale getiriyor. 2 ° C’lik sıcaklık artışı, şu anda 130 milyon insanın yaşadığı alanlarını sel ile tehdit ederken, 4 ° C’lik bir artış, önümüzdeki yüzyıllarda deniz seviyesini, şu anda dünya çapında 470 ila 760 milyon insana ev sahipliği yapan alanların su altında kalmasına yetecek kadar sabitleyebilir.
Hem Antartika hem de Grönland’daki kara buz tabakaları kütle kaybediyor. Her iki buz tabakası da 2009’dan beri buz kütlesi kayıp oranında artış göstermiştir. Antartika, 30 yıl öncesine göre yılda altı kat daha fazla buz kütlesi kaybetti. Dünya Meteoroloji Örgütü yakın zamanda 2016-2019 yılları arasında deniz seviyelerinin yılda 5 mm arttığını ve 1993’ten bu yana yılda ortalama 3.2 mm üzerinde büyük bir hız kazandığını bildirdi.
2014 yılında NASA’dan bir ekip, Batı Antartika Buz Tabakası’nın bazı kısımlarının, betimledikleri “durdurulamaz” çöküşe başladığını keşfetti.
“Deniz seviyesi çok daha hızlı artıyor ve Kuzey Kutup Denizi buz örtüsü beklediğimizden daha hızlı küçülüyor. Ne yazık ki, veriler bize geçmişte yaşanan iklim krizini hafife aldığımızı gösteriyor. ” Stefan Rahmstorf, Okyanuslar Fiziği rofesörü.
OKYANUS ASİTLENMESİ
Okyanuslar şimdiden %30 daha asidik: fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan karbondioksit çözündükçe, deniz suyunun kimyasını değiştirir. Mevcut emisyonla devam edersek, 2100’de okyanusun pH’ı asitlikte% 150’lik bir artış görecek! Bu, kabuklu deniz hayvanlarından tüm mercan resifi çeşitlerine kadar, kabuklarını büyütmek için kullandıkları minerali ortadan kaldırarak onların yaşamını etkileyecek. Okyanusların durumu, deniz ekosistemlerinin son 14 milyon yıllık tecrübesinden çok farklı olacak.
Mevcut okyanus asitlenmesi, son 300 milyon yıl içinde yaşananlardan yaklaşık on kat daha hızlı gerçekleşiyor ve okyanus sistemlerinin adaptasyon yeteneğini tehlikeye atıyor.
Kaynak: Uluslarası Okyanus Asitlenmesi Koordinasyon Merkezi
BUZULLAR
Kuzey Kutup Denizi Buzulları artık her on yılda %12,8 oranında azalıyor.
Arktik Denizi Yaz Buzulunun, emisyonların daha yüksek oranlarda devam etmesi durumunda bu yüzyılın ortalarında neredeyse tamamen ortadan kalkacağı tahmin ediliyor.
“Kuzey Kutbu biyofiziksel sistemi, 20. yüzyıldaki durumundan çıkıp eşi görülmemiş bir duruma doğru, sadece Kuzey Kutup Bölgesi içinde değil, ötesinde de etkileri olan bir değişime gidiyor.” – Dr Jason Box, Danimarka ve Grönland Jeolojik Araştırmasında Buzulbilim Profesörü
Bilim insanları şimdilerde Kuzey Kutbu’nda gördüğümüz büyük değişikliklerle, daha düşük enlemlerde aşırı hava olayları üzerinde giderek dramatik etkiye sebep olan jet akışındaki değişiklikler arasındaki bağlantıları inceliyor.
Buzların erime mevsimi sonu, yani 18 Eylül 2019’da, 1981-2010 yılları arasındaki ortalama ölçüyle kıyaslandığında, ölçülen en düşük ikinci deniz buz miktarı. Kaynak: Nasa Dünya Gözlemevi.
SU KİRLİLİĞİ
Tarımdan dolayı oluşan nitratlar artık, yer altı su tabakalarında en yaygın su kirleticilerdir. Bu kirleticiler ayrıca, biyolojik çeşitliliği ve balıkçılığı ciddi şekilde etkileyen, göllerde ve kıyı sularındaki besin birikintisinin yol açtığı sudaki azor ve fosfatın artması yoluyla su ekosistemlerini de önemli ölçüde etkileyebilir. Okyanus ölü bölgeleri olan sıfır oksijenli alanlar, 1950’den beri dört katına çıktı- ki bu da o bölgelerde yaşayan organizmaları havasız bırakıp boğdu.
TOPRAK
TOPRAĞIMIZI KAYBEDİYORUZ
Yediklerimizin %95’inden fazlasını topraktan sağlıyoruz. Normal tarım koşullarında 2,5 cm üst toprağın (tarıma uygun toprağın) oluşması yaklaşık 500 yıl sürüyor. Toprak erozyonu ve bozunumu, tarım için ormanların tahrip edilmesi, aşırı otlatma ve kimyasal tarım ürünlerinin kullanımı gibi insan kaynaklı faaliyetler yüzünden ciddi ölçüde arttı.
Gezegenin tarım toprağının %50’si son 150 yılda kayboldu. Bu durum, kirlilik, sel ve çölleşmenin artmasına neden oldu. Çölleşme, şu anda 2,7 milyardan fazla insanı etkiliyor. Toprak, insan nüfusunun düzensiz yayılımı (human sprawl) sebebiyle de yok olmaya devam ediyor. 1990 ve 2006 yılları arasında, Avrupa’da suni arazilerde %8,8 artış oldu.
2050 yılına kadar, arazi bozunumu ve iklim değişikliği sebebiyle mahsul verimi küresel olarak ortalama %10 ve belirli bölgelerde %50’ye kadar azalacağı tahmin ediliyor. Yoğun kimyasal tarım alanları tarafından %80 ve daha fazla oranda tüketilen toprak solucanları da tarımsal alan kaybını önleyemeyecek.
Mevcut tarımsal uygulamalar küresel anlamda topraklarımızı 20 yılda ortalama 0,26 ph daha asidik hale getirdi. Diğer taraftan, yeraltı suyu sulama faaliyetleri topraktaki tuzluluk oranını artırdı. Son tahminlere göre, 2050 yılına kadar tarıma elverişli arazilerin %50’si tuzluluktan etkilenecektir.
GIDA
Dünyanın önde gelen tıp dergilerinden The Lancet, hem aşırı hava olaylarının doğrudan etkileri, hem de yaşamı sürdürebilir kılan sosyal ve ekolojik sistemlerin dolaylı olarak bozulması sebebiyle, iklim değişikliğinin “21. yüzyılın en büyük küresel sağlık tehdidi” olduğu sonucuna varan önemli bir araştırma yayınladı.
GIDA GÜVENSİZLİĞİ
Yükselen sıcaklıklar sebebiyle tarım sektöründe su talebi artarken, kuraklık ve sel gibi daha sık ve şiddetli yaşanan aşırı su olayları tarımsal üretimi etkiliyor.
“İklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkilerini zaten gözlemledik. Uyum sağlayabileceğimiz iklim değişikliği seviyesini değerlendirdik. 2ºC’de bile adapte olamayacağımız çok şey var. 4ºC’nin etkileri çok yüksek ve bunlara uyum sağlayamayız”- Dr. Rachel Warren, Doğu Anglia Üniversitesi (University of East Anglia).
Aşırı hava koşullarının aynı anda dünyanın birçok büyük gıda üreten bölgesini etkileme riski 2040’a kadar üç kat artabilir (100 yılda 1 olan 30 yılda 1’e düşebilir).
Şu anda küresel mısır ihracatının %85’inden fazlasını oluşturan ilk dört ülke için iklim değişikliğinin gıda üretimi üzerindeki etkisini inceleyen yeni bir araştırmaya göre, “eş zamanlı olarak üretim kayıplarının %10’dan fazla olma olasılığı herhangi bir yıl için neredeyse sıfırdır. Ancak 2°C’de %7’ye; 4°C’de %86’ya yükselir”.
ACİL DURUM
Henüz bilmediklerimiz bildiklerimizden daha korkutucu.
Yukarıda belirtilen konulardan herhangi biri başlı başına insanlık için önemli sorunlar yaratabilir. Diğer taraftan, Dünya, birbiriyle etkileşen ve birbirini etkileyen farklı parçaları olan birbirine bağlı büyük bir sistemdir. Bu nedenle, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybının tüm etkilerini anlamaya çalışmak için bütüncül düşünmeliyiz.
Dahası, böylesine bütüncül düşünmenin bir gün tamamlanabileceğine ya da yeterli olabileceğine inanmak gerçekdışı ve kibirli bir yaklaşımdır. Asla tam olarak anlamayacağımız bir dünyada yaşadığımızı kabul etmeliyiz. Dünya’nın inanılmaz karmaşıklığı karşısında önce alçakgönüllü olmamız gerekiyor.
İklim değişikliği inkarcıları ve bu konunun ciddiye alınmasını geciktirenler IPCC’yi (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) bilimi politik bir gündeme uyacak şekilde abartmakla suçlarken, gerçek aslında tam tersidir. IPCC süreci, sıradan hakemli bilimsel yayınlarda ve politikacılar için yapılan özetlerinde (politikacılar ve devlet memurları tarafından bilimsel yayınları politik olarak elle tutulur kılmak için yazılan özetlerdir) mevcut olandan daha güçlü bir oybirliği gerekliliği üzerine kurulur.
Bu koşullar altında IPCC değerlendirmelerinde, maruz kaldığımız risklerin sistematik olarak eksik aktarıldığı muhtemeldir. Yayınlanan bilimsel raporlarda, tehditlerin ciddiyeti ve hızlıca paylaşılması gerekliliği çoğunlukla hafife alınmaktadır. Bu, tarihçilerin ve bilim insanlarının “bilimsel ağzı sıkılık (scientific reticence)” olarak adlandırdığı bir olgudur.
“BEKLENENDEN DAHA HIZLI”
“İklim değişikliği, bilim camiasında bulunan pekçoğumuzun beklediğinden veya 2007 IPCC raporunda açıklanandan çok daha hızlı ve tehlikeli bir şekilde yaşanıyor” – John Haughton, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Eski Eş Başkanı, İngiltere Met Ofisi Eski Genel Müdürü.
Sera gazı emisyonlarından kaynaklanan küresel iklim değişikliğinin neden olduğu her şey öylece gerçekleşmiyor, beklenenden çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor”. John Holdren, Başkan Barack Obama’nın bilim ve teknoloji danışmanı; Woods Hole Araştırma Merkezi (the Woods Hole Research Center) direktörü, 2010.
“Aşırı hava olaylarında geçmişte tahmin edilenin çok ötesinde artışlar görüyoruz. Daha önce farkında olmadığımız insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerini artırabilecek faktörler olduğunu öğreniyoruz… Bilim, giderek, etkilerin çoğunun öngörülenden daha önce ve daha yoğun bir şekilde meydana geldiğini gösteriyor”, Michael Mann, Pennsylvania Eyalet Üniversitesi Yer Sistemi Bilim Merkezi direktörü (the Earth System Science Center, Pennsylvania State University).
“… Küresel ısınma hızlanıyor. Üç güncel gelişme – artan salımlar, gerileyen hava kirliliği ve doğal iklim döngüleri gibi faktörler önümüzdeki 20 yıl içinde birleşerek iklim değişikliğini beklenenden çok daha hızlı ve sert bir hale getirecek. Görüşümüze göre, IPCC özel raporunda öngörüldüğü gibi “2040’a kadar değil, 2030’a kadar 1.5°C’yi ihlal etme şansımız var”. “Küresel ısınma düşündüğümüzden daha hızlı olacak”, Xu, Ramanathan ve Victor, Nature, 2018.
RİSK VE TEDBİRSELLİK İLKESİ
IPCC tarafından toplanan ve değerlendirilen iklim bilimcilerin modelleme çalışması yalnızca bazı olasılıkları gösterebilir; gelecek mantıklı düşünerek tahmin edilebilir ancak asla tam olarak bilinemez. Bu olasılığa “risk” denir.
Sosyal hayatımızda en küçük riskleri bile önlemeye çalışırız. Her havayolu yolcusu bomba taşıyan bir terörist olma olasılığı gibi küçük bir risk yüzünden kontrolden geçer. En küçük metal parçalar bile bütünlüğü korumak adına kontrolden geçer. İngiltere’de, Ulusal Sağlık Servisi (NHS-National Heath Service) aşılar ve kan basıncı kontrolleri gibi temel sağlık kontrollerini her vatandaşı için hayatları boyunca takip eder. Birinin fazladan bir yıl kaliteli yaşamı için ilaçlara on binlerce Pound harcamaya hazırdırlar.
Peki, neden iklim değişikliği yüzünden gerçekleşen milyonlarca ölümü engellemek için bu kadar yavaş davranıyoruz? Cevap, insanlar olarak riski hemen değerlendirme konusunda başarısızız. Örneğin, psikologlar, gözümüzde canlandırabildiğimiz riskler konusunda aşırı derecede kontrollü olduğumuz ancak canlandıramadıklarımız konusunda önem almakta yetersiz kaldığımız çıkarımını yapmışlardır. Bir saldırganın bizi öldürebileceğini düşünerek karanlık bir sokakta yürürken tedirgin olabiliriz. Ancak kalp krizinden ölme riskimiz olabileceğini düşünmekte zorlandığımız için çoğu zaman sağlıklı bir yaşam sürmeye özen göstermeyiz. Aynı şekilde, ölümcül bir gaz olmasına rağmen, karbondan (CO2) korkmak insanlar için zordur. Bilim insanlarının değişen iklim ile ilgili uyarılarına rağmen insanların çok yavaş tepki veriyor olmasının bir nedeni bu olabilir. Henüz karbondan (CO2) veya iklimden korku duyabilecek kadar evrimleşmedik.
İçgüdümüze güvenmeyi bırakmalı ve bilim insanlarının uyarılarını ve bize verdikleri sayıları dinlemeliyiz. İnsanın neden olduğu iklim ve ekosistem çöküşü nedeniyle, tehlikeli bir şekilde maruz kaldığımız bilinmeyen riskler, tedbirsellik ilkesinin başlatılması için birincil bir durumdur. Ciddi ve geri dönüşü olmayan risklerin olduğu yerde, güçlü bir şekilde hareket ederek risklerin önüne geçebilecekken tüm kanıtların apaçık ortaya çıkmasını beklemek mantıksızdır; çünkü sonra çok geç olacaktır. Bugüne kadar zaten hiç tedbirli davranmadık.
Bu, AB tarafından arıların korunmasına yardımcı olmak için tedbirsellik ilkesinin bir ölçüde kullanıldığı bir alandır. Bu alanda ve ötesinde, tedbirsellik ilkesinin çok daha kapsamlı bir uygulaması için gerekli olan tek şey, geleceğe umursamaz bakmayı bırakmaktır.
ŞİMDİ, tedbirlilik ilkesi, bugüne kadar iklim ve habitat yıkımıyla ilgili umursamız eylemsizliğin durdurulamaması nedeniyle milyarlarca kişinin ölme olasılığı konusunda uyarır. Bu tür uyarılara “Peki bu senaryonun kanıtı nerede?” diye sormanın cevabı yok. Kanıtı beklersek, muhtemelen çok geç olacak.
Tedbirsellik ilkesinin bu kötü durumla derin ilgisini zaten açıkladık. Ancak 2. gereksinimi anlamak için çok önemli bir nokta var. Bu ülke için 2025 yılına kadar, karbon salımlarının durdurulmasını ve biyolojik çeşitlilik kaybının önüne geçilmesini amaçlayan iyi bir bilimsel neden henüz olmasa bile, tedbirsellik ilkesi, iklim değişikliğine neden olan salımların ve keyfi yapılan habitat yıkımlarının yarattığı yaşam riskinin potansiyel olarak ortaya çıkışını en aza indirgeme konusunda bizleri uyarır.
GERİ BİLDİRİMLER VE KRİTİK EŞİK
Sera etkisi nedeniyle atmosferin ve okyanusların ısınması diğer sistemlerin de ısınmayı artırabilecek şekilde tepki vermesine neden olur.
Bazı geri bildirim mekanizmaları “kritik eşiği” açıkça gösterir – sıcaklıklar belirli bir miktarın üzerine çıkarsa, kendi kendini güçlendirir ve salımlar düşse bile geri dönüşü neredeyse imkansız hale gelir. Bu kritik eşiğin ne zaman aşıldığını tam olarak tahmin etmek çok zordur, ancak bazıları 2°C gibi az bir ısınma ile etkisini gösterebilir.
Burada, iklim bilimcilerinin çok endişelenmesine neden olan birkaç önemli geri bildirimi vurgulayacağız:
TEMEL GERİ BİLDİRİMLER VE KRİTİK EŞİK:
ERİYEN DON TABAKASI (permafrost)
Kuzey Kutup bölgesindeki ısınma, binlerce yıldır binlerce yıldır donuk olan bir tabakanın çok daha hızlı bir şekilde erimesine neden olur. Bu “donmuş tabaka (permafrost)” büyük karbon depoları içerir. Eridiğinde, bakteriler bu karbonu atmosfere metan veya karbondioksit (CO2) olarak geri salarlar. Metan, daha kısa bir sürede karbondioksitten (CO2) çok daha fazla ısınmaya neden olabileceğinden, eğer eriyen don tabaka oranı, açığa çıkan metanı hızlandırmaya devam ederse iklim üzerinde korkunç etkiler yaratacak.
Düşük bir hızla erise de eriyen permafrost nedeniyle yayılan karbondioksitin uzun vadeli etkisi ciddi bir endişe nedeni.
KARBON tutulmasının AZALMASI
Sanayileşmeyle beraber karasal bitki örtüsü tarafından artan fotosentezin, tüm insan kaynaklı karbondioksit (CO2) salımlarının yaklaşık üçte birinin alınmasına neden olduğu görülmektedir. Bu durum şimdiye kadar, iklim değişikliğinin yaratabileceği çok daha kötü etkilerini önledi; bu durum olmasaydı atmosferdeki karbondioksit (CO2) milyonda 411 parçası yerine yaklaşık 450’sine maruz kalacaktık. Model tahminleri şunu göstermektedir ki bir noktada, iklim değişikliği, artan ısı stresi nedeniyle fotosentezde daha fazla artışı imkansız hale getirmeye başlayacaktır. Bunun etkisi, bitki büyümesinin geçici olarak durduğu sıcak yaz aylarında bir sebze bahçesinde kolayca görülebilir. Küresel ölçekte bu, insan salımları değişmese bile ani bir karbondioksit (CO2) artışına neden olabilir. Ek olarak, ısınma aynı zamanda topraktan daha fazla karbondioksit salınmasına neden olur. Kuru ve ıslak uçlardaki artışlarla birlikte ısınma, daha fazla yangınlara yol açar ve ayakta duran biyokütleyi azaltır, ayrıca atmosfere daha fazla karbondioksit (CO2) salınmasına neden olur. Her durumda, atmosferdeki ekstra karbondioksit (CO2) daha fazla ısınmaya yol açacak ve bu da iklim-karbon döngüsü geri bildirimi olarak adlandırılan bir kısır döngüde daha fazla karbondioksit (CO2) salımına yol açacak.
Dünya sistemindeki kritik eşik bölgeleri; farklı ısınma seviyelerinde tetiklenme riski ve bu kritik eşiklerin birbirlerini nasıl besleyeceklerini gösteren grafik. Steffen ve ark., PNAS, 2018.
Gerçek iklimdeki geri bildirimlerin “kontrolden çıkmış” ısınmaya neden olması muhtemel olmasa da, biz sera gazı yaymaya devam ettiğimiz sürece ve sıcaklık daha da arttıkça birbiriyle etkileşen birçok kritik eşik noktasının Dünya’yı daha sıcak bir hale getirme olasılığı o kadar yüksek olacak ve binlerce yıl bu durumun geri döndürülmesi imkansız olacak. Kısacası, Paris anlaşmasının hedefi olan ısıyı 2°C’nin altında kalabilmek için sera gazı salımlarını büyük ölçüde azaltmayı başarsak bile (şu anda 3 veya daha fazla ısınma yolunda olduğumuzu dikkate alarak), hedefi aşmamıza neden olacak dönüşü olmayan geri bildirimleri tetiklemek gibi küçük ama önemli bir risk söz konusu. Radikal bir eylemde bulunmazsak ya da bu kritik eşikleri tetiklersek sonuç dünyadaki doğal ekosistemler ve insan toplumları için yıkıcı olacaktır. Bu nedenle, küresel sera gazı salımlarını acilen azaltmak ve küresel sıcaklıkları 1,5°C’nin altında tutmak için ekstra çaba sarf etmemiz gerekiyor.